Aslı Davaz
Arşivde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi’nin dördüncü sayısını sizlerle buluşturuyoruz. Bu sayı, farklı deneyimlerin buluştuğu kolektif bir emeğin ürünü. Okurken sizlerin de, bu ortak hafızanın izlerini keşfetmekten bizim kadar heyecan duyacağınızı umuyoruz.
Bu sayıda geçmişin izlerini sürerken geleceğe dair düşünce alanları açmayı hedefleyen yazılar yer alıyor. Araştırma-İnceleme bölümünde feminist arşivciliğin kuramsal tartışmalarından yeni kaynaklara ulaşılarak görünürlüğü sağlanan unutulmuş bir kadın edebiyatçıya, eleştirel arşivcilik pratiklerinden Osmanlı kadınlarının arzuhallerine uzanan geniş bir yelpazeyi sizlerle paylaşıyoruz.
Röportajlarımızda, Osmanlı kadın hareketinin birincil kaynaklardaki izlerini süren bir araştırmacının deneyimlerini ve sol hareketin arşivlerinde kadınların görünürlüğünü okuma fırsatı buluyoruz.
Kitap tanıtımlarında ise, sosyalist aktivistlerin arşivlerinin toplumsal cinsiyet boyutu, öncü bir avukatın yolculuk günlüğü ve feminist arşivcilik üzerine küresel yaklaşımlar yer alıyor.
Okurken sizleri yalnızca geçmişe değil, arşivlerin ışığında kurulacak daha eşitlikçi bir geleceğe de bakmaya çağırıyoruz.
İyi okumalar dileriz!
Araştırma-İnceleme bölümünün ilk yazısı, araştırmacı yazar ve 29 Mayıs Üniversitesi öğretim görevlisi Esma Vildan Türkan’ın Melek Erip Erbilen’i Hatırlamak başlıklı makalesi. Bu yazı, Melek Erip Erbilen’i (1911–1981), Osmanlı’nın son döneminde doğmuş, Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık etmiş, eserleri ve çevirileriyle öne çıkmasına rağmen unutulmuş bir yazar ve çevirmen olarak tanıtıyor. Hastalığı nedeniyle örgün eğitime katılamayan Erbilen, özel hocalardan dersler alarak çok yönlü bir kültür birikimi ediniyor. Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve Rumca bilen yazar edebiyat dünyasına genç yaşta adım atıyor; Mehmet Rauf’un Süs dergisinde düzenlenen bir yarışmayı kazanarak yazarlık serüvenine başlıyor.
Melek Erip Erbilen, Charlotte Brontë’nin Jane Eyre romanını, Oscar Wilde çevirilerini ve Claude Anet’in Mayerling Faciası gibi eserlerini Türkçeye kazandırıyor. Ulus, Kadın Gazetesi ve Akis dergilerinde yazılar yayımlıyor; 1948’de Atatürk’ün doğduğu evi konu alan yazısıyla Yunus Nadi Ödülü’nü kazanıyor. Çocuk edebiyatında da iz bırakan Gölpınar Çocukları adlı kitabı ödüllendiriliyor.
Türk Kadınlar Birliği ve Türk-Amerikan Kadınlar Kültür Derneği’nde aktif görev alıyor; kadın hakları ve dünya kadın hareketleri üzerine röportajlar ve makaleler kaleme alıyor. İnönü Ansiklopedisi’nde çeviriler yapıyor, radyo yayınlarına katılıyor.
Yazarın yaşamına dair önemli bilgiler, Cenevre’de yaşayan kızı Ayşe Mitchell Erbilen’in aktardıkları ve arşiv taramalarıyla gün yüzüne çıkarılıyor. Yazıda Melek Erip Erbilen’in, çok yönlü üretimiyle erken Cumhuriyet dönemi kadın entelektüelleri arasında özel bir yer edinmesine rağmen uzun süre unutulmuş bir isim olarak kaldığı belirtiliyor.
Bölümün ikinci yazısı, Columbia Üniversitesi İngiliz Dili ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde William Peterfield Trent Emerita Profesörü olan ve Kadın, Toplumsal Cinsiyet, Cinsellik Araştırmaları Enstitüsü’nde Uzman, Yazar Marianne Hirsch’in kaleme aldığı, Özge Özbek Akıman tarafından Türkçeye çevrilen Olasılığın Feminist Arşivi başlıklı makale. Yazar bu yazıda, feminist arşiv kavramını feminist kuram tarihinin ve pratiğinin bağlamında ele alıyor. Arşivin yalnızca belgeleri saklayan bir depo değil, bilgi üreten ve geleceğe dönük düşünce alanları açan dinamik bir mekân olduğunu vurguluyor. Arşivin alternatif anlatılar ve karşı-bellek ihtiyacından doğduğunu belirterek, neyin “hatırlanmaya değer” olduğuna dair eleştirel bir sorgulama yapıyor. Pembroke Feminist Kuram Arşivi örneğinde, dijital ağların farklı ülkelerdeki kadın merkezlerini birbirine bağlayarak coğrafi ve kültürel çeşitlilik sağladığı aktarılırken, arşiv materyallerine fiziksel temas kurmanın – “ötekilerin tozunu solumanın” – hâlâ vazgeçilmez olduğunu belirtiyor.
Naomi Schor’un belgelerine de odaklanan yazı, feminist kuramın 1960’lardan 1990’lara uzanan evrimini ortaya koyuyor. Hirsch’in ders senaryosunda öğrenciler, arşivden seçtikleri bir kuramcının kariyerini inceleyerek kuramsal ilerlemenin çoğu zaman kolektif bir çabayla gerçekleştiğini ve zorlukların yıllarca sürdüğünü görüyorlar. Makalede, arşivin geçmişten ziyade geleceğe yönelik bir eylem olduğu ve bugün toplanan materyallerin gelecek kuşakların feminist hafızasına hizmet edeceği vurgulanıyor.
Yazının bir başka bölümünde, feminist kuramın evriminde kimlik siyasetinin rolünü ve ikinci dalga feminizmin beyaz ve ayrıcalıklı yapısına yönelik eleştirileri tartışıyor. Ayrıca, 1980’lerde kolektif üretim girişimleri örneklenerek, kadınların birlikte bilgi üretmesinin hem yarattığı enerjiyi hem de ortaya çıkardığı gerilimleri aktarılıyor. Resmi kayıtlarda yer almayan bu çatışmaların, sözlü tarih sayesinde görünür olduğu belirtiliyor.
Makalenin sonuç bölümünde Hirsch, feminist arşivi yalnızca geçmişin muhafızı değil, farklı kuşakları buluşturan, karşı-bellek oluşturan ve feminist kurama katkılar sağlayan dinamik bir alan olarak tanımlıyor.
Üçüncü yazı, Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi ve yazar Gülhan Balsoy’un Kadın Tarihyazımının Kaynağı Olarak Arzuhaller başlıklı yazısı. Yazar, Osmanlı toplumunda halkın yönetici makamlara taleplerini iletmek için kullandığı arzuhallerin, özellikle kadın tarihi için değerli bir kaynak olabileceğini tartışıyor. Arzuhaller, bireylerin günlük hayatlarına ve toplumsal konumlarına dair ipuçları taşıyan kısa anlatılar içeriyor. Kadınların doğrudan kendi kaleminden yazılmış metinlerin azlığı düşünüldüğünde, bu belgeler kadınların sesine ulaşmak için önemli bir kapı aralıyor. Yazar, arzuhallerin çoğunlukla profesyonel arzuhal yazıcıları tarafından kaleme alındığını, bu nedenle belirli kalıplar ve stratejiler içerdiğini belirtiyor. Talepte bulunan kişi kendini genellikle “aciz”, “fakir”, “cariye” gibi ifadelerle küçültürken, dilekçenin muhatabını abartılı saygı ifadeleriyle yüceltiyor. Balsoy, arzuhallerin tek başına bir ben-anlatı olarak değerlendirilmesinin sınırlı olabileceğini, ancak diğer kaynaklarla birlikte okunduğunda sıradan insanların, özellikle de kadınların deneyimlerini görünür kılmada değerli veriler sunduğunu vurguluyor. Fatma isimli bir kadının arzuhali üzerinden terk edilmiş bir annenin yaşam mücadelesi ve beklentileri örneklendiriliyor. Son olarak, arzuhallerin eleştirel bir gözle ve bağlamları dikkate alınarak okunması gerektiği vurgulanıyor.
Son yazı ise feminist ve queer kuram bağlamında arşivcilik alanında çalışan University of Washington Information School öğretim üyesi Marika Cifor’la kritik arşivcilik ve bilgi politikaları alanında uzman, UCLA Center for Critical Internet Inquiry’de Programlar ve Araştırma Direktörü olarak görev yapan Stacy Wood tarafından kaleme alınmış ve Öykü Tekten tarafından Türkçeye çevrilmiş olan Arşivlerde Eleştirel Feminizm başlıklı makaledir.
Bu yazıda eleştirel feminizm heteronormatif, kapitalist ve ırkçı ataerkil yapıları dönüştürmeyi hedefleyen kesişimsel bir siyaset felsefesi olarak tanımlanıyor. Bu anlayış, feminizmi tek bir kimliğe indirgemek yerine farklı toplumsal gerçeklikler için bir koalisyon aracı olarak görür. Makale, arşivcilikte yalnızca kadınları görünür kılmanın yeterli olmadığını, yapısal eşitsizliklere karşı köklü bir dönüşüm gerektiğini vurguluyor. Ayrıca, arşivlerin toplumsal dönüşüm potansiyeli üzerinde durarak kesişimsellik, iktidar eleştirisi ve adalet mücadelesi gibi feminist ilkelerin arşivcilik alanı için hayati olduğu belirtiliyor.
Bu yazıda feminist arşivcilik, arşivleri tarafsız depolar olarak değil, toplumsal belleği aktif biçimde şekillendiren dinamik alanlar olarak konumlandırıyor. Feminist hareketler kendi “karşı-arşiv”lerini oluşturarak kadınların, LGBTİ+ bireylerin ve diğer marjinal grupların deneyimlerini kayda geçiriyor. Böylece hangi hikâyelerin kayda alınıp hangilerinin sessiz bırakıldığı sorusu gündeme geliyor. Bu yaklaşım, resmi tarihin dışladığı sesleri dahil ederek daha kapsayıcı bir kolektif hafıza oluşturmayı amaçlıyor.
Makale, ayrıca arşivlerde duyguların ve “ortak duygusal sorumluluk ağı”nın önemini de öne çıkarıyor. Feminist etik hem arşivcinin belge yaratıcıları ve topluluklarla kurduğu ilişkileri görünür kılıyor hem de arşivcilikte varsayılan katı nesnelliğe karşı çıkıyor. “Duygulanımsal adalet” kavramı, empati, öfke ve sevgi gibi duyguları sosyal adalet için bilinçli biçimde sürece dahil etmeyi savunuyor; bastırılmış toplulukların arşivlerinde hissedilen haksızlık duygusunun arşivciyi daha adil davranmaya yönelttiği belirtiliyor. Böylece arşivcilik, teknik bir iş olmaktan çıkıp insani ilişkiler, duygular ve etik sorumlulukları içeren bir pratik haline geliyor.
Makalenin sonuç bölümünde, arşivcilik uygulamalarında benimsenmesi gereken pratik ilkeler olarak kesişimsel bakış açısı, refleksif tutum, topluluk temelli işbirliği ve bakım etiği vurgulanıyor. Bu çerçevede arşivcilerin güç ilişkilerini sorgulaması, ayrımcı dili yeniden üretmemesi ve hassas içeriklere özen göstermesinin önemine dikkat çekiliyor. Böyle bir yaklaşımın ise arşivleri geçmişin tarafsız koruyucusu olmaktan çıkararak toplumsal adalet mücadelesinde etkin bir rol üstlenmesini ve geçmiş ile gelecek arasında daha dengeli bir köprü kurmayı hedeflediği belirtiliyor.
Bu dört yazının devamında, Röportaj başlığı altında Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yayımladığımız iki röportaj yer alıyor. İlk röportaj akademisyen (İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi), feminist tarihçi Serpil Çakır tarafından Hollandalı feminist tarihçi Nicole van Os’la yapıldı: Arşiv Kaynakları Üzerinden Osmanlı Kadın Tarihine Bakmak- Nicole van Os’la Röportaj. Bu röportajda Nicole van Os, çocukluk yıllarından itibaren tarihe ve insanların hikâyelerine ilgi duyduğunu belirtiyor. Nijmegen Üniversitesi’nde Antropoloji ve Ortadoğu Çalışmaları okurken toplumsal cinsiyet konularına yöneldiğini, Türk göçmenlere destek sürecinde Türkçe öğrenmesinin Osmanlı tarihine bakışını derinleştirdiğini ve Osmanlı kadınları üzerine araştırmalara başladığını vurguluyor. İlk makalesi ve yüksek lisans tezi bu alanda şekilleniyor. 1990’da başladığı doktora çalışmasını, çeşitli nedenlerle uzun bir aradan sonra tamamlıyor; konusunu 1908–1918 dönemindeki Osmanlı kadınlarının örgütlenmelerine odaklıyor. Bu örgütlenmeleri bir tür karşı-kamusal alan olarak ele aldığını ifade ediyor.
Araştırmalarında Osmanlı kadınlarının yalnızca bireysel değil, örgütlü biçimde toplumsal hayata katılımını incelediğini ve son yıllarda çalışmasının kapsamını genişleterek gayrimüslim kadınları ve 19. yüzyıl ortalarından erken Cumhuriyet’e kadar uzanan dönemi dahil ettiğini belirtiyor. Bu çerçevede Osmanlı toplumunun çok kültürlü yapısına dikkat çekiyor ve kadın hareketlerinin uluslararası bağlantılarını vurguluyor.
Van Os, Osmanlı Arşivi’ne ilk gittiğinde “kadınlara dair belge yok” önyargısıyla karşılaştığını, ancak kataloglarda dilekçelere, fuhuş raporlarına ve kadınların uygun ve ölçülü giyinmiyor olmalarının tartışıldığı belgelere kadar çok sayıda belge bulduğunu aktarıyor. Ancak kadın örgütlerine dair belgelerin sınırlı kalması nedeniyle, dönemin eski harfli Türkçe gazeteleri ve kadın dergilerinden yoğun şekilde yararlandığını ifade ediyor. Bu dergilerin birer bülten gibi kullanıldığını ve kadın örgütlerinin faaliyetlerini belgelediğini belirtiyor. Ayrıca Atina’daki Küçük Asya Araştırmaları Merkezi, Türk Kızılayı ve Smith College gibi arşivlerde önemli belgeler keşfettiğini, örneğin Halide Edib’in Florence Billings’e yazdığı mektupların kendisi için çok değerli olduğunu söylüyor.
Son olarak Van Os, genç araştırmacılara, arşivlerin oluşturulma amacını sorgulamalarını, kişisel belgeleri korumalarını ve birincil kaynakları paylaşmalarını tavsiye ediyor. Bugün dijitalleşmenin araştırmaları kolaylaştırdığını ancak kaynak bolluğunun da bazen bunaltıcı olabileceğini ifade ediyor. Böylece Nicole van Os, Osmanlı kadın tarihine dair arşivlerde saklı kalmış hikâyeleri görünür kılarak bu alana özgün bir katkı sunuyor.
İkinci ve son röportaj, derginin yazı işleri sorumlusu Selvi Başak Öztürk tarafından TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) Yönetim Kurulu üyesi ve arşivci Sibel Servet Sular’la yapıldı; Solun Ortak Hafızasında Kadınlar: Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Arşivleri. Röportajında Sular, 2004 yılında Marmara Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü öğrencisiyken TÜSTAV’da gönüllü olarak çalışmaya başladığını, sosyalist mücadeleyle kesişen bu kurumun kendisi için çift katmanlı bir deneyim olduğunu; hem bir meslek pratiği hem de entelektüel bir okul işlevi gördüğünü belirtiyor. Mezuniyetinin ardından yaklaşık on yıl profesyonel olarak TÜSTAV’da çalışan Sular, bu süreçte kazandığı birikimle 2013 yılında sosyoloji yüksek lisansına başladığını, halen Vakıf’ta Yönetim Kurulu üyesi olarak görev aldığını vurguluyor. TÜSTAV’ın 1992’de kurulduğunu, 1999’dan itibaren tüm sol ve emek hareketlerini kucaklayan bir içerik kazandığını, arşivcilikte dijitalleşmeye öncülük ettiğini ve binlerce belgeyi açık erişime sunduğunu ifade ediyor. Özellikle 2015’ten itibaren akademisyenlerin yoğun katılımıyla Vakfın bir araştırma ve tartışma mecrasına dönüştüğünü dile getiriyor.
Kadınların mücadele tarihinin görünür kılınmasına özel önem verdiklerini vurgulayan Sular, arşivleri başlangıçta siyasal ve sendikal örgütlenmeler temelinde tasnif ettiklerini, ancak özel arşivler bağlamında yeniden gözden geçirmeyi planladıklarını söylüyor. Kadın Hareketi Kitaplığı’nın yanı sıra Behice Boran, Ülkü Gürkan-Schneider, Zülal Kılıç ve Gün Benderli Togay gibi sosyalist kadınların arşivlerini dijitalleştirerek erişime açtıklarını belirtiyor. Akademik işbirlikleri, paneller, konferanslar aracılığıyla kadın emeği ve mücadelesini desteklediklerini; kadınların bireysel ve kolektif mirasını görünür kılmaya çalıştıklarını ifade ediyor. Bu politikayı mevcut arşivi toplumsal cinsiyet perspektifiyle yeniden okumak ve yeni materyalleri bu bilinçle derlemek olarak tanımlıyor.
Sular, kadınların tarihsel temsiliyetinin hâlâ eksik olduğunu, resmi belgelerin kamusal yaşama dair veriler sunarken özel yaşamı yeterince yansıtmadığını, bu dengesizliği gidermek için feminist arşivcilik, sözlü tarih ve kişisel arşiv bağışlarının önem taşıdığını vurguluyor. Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin bu konuda devrim niteliğinde çalışmalar yaptığını, kendisinin de burada yıllarca gönüllü ve profesyonel olarak çalıştığını ekliyor. TÜSTAV’ın, kadınların sol ve emek mücadelesindeki yerini tarihin kurucu özneleri olarak belgelemeyi hedeflediğini, bu birikimin geleceğe aktarılmasının arşivcilere, tarihçilere ve akademisyenlere düşen temel bir sorumluluk olduğunu belirtiyor. Ayrıca okuyucunun da yalnızca pasif bir izleyici değil; aynı zamanda araştırmacı kimliğiyle bu deneyimlerden beslenebilen, onları bugünün politik ve entelektüel mücadelelerine taşıyabilen aktif bir özne olması gerektiğini vurguluyor. Son olarak Sular, araştırmacıların TÜSTAV arşivlerine web sitesi ve sosyal medya üzerinden erişebileceğini, belirli başvuru koşullarıyla arşivlerden yararlanabileceklerini ifade ederek sözlerini tamamlıyor.
Röportajların ardından Kitap Tanıtımı bölümünde üç yayına dair inceleme yer alıyor.
Bu bölümün ilk yazısı, Françoise Blum’un derlediği Genre de l’archive: Constitution et transmission des mémoires militantes (2017) (Arşivin Toplumsal Cinsiyeti: Politik Aktivistlerin Hafızalarının Oluşumu ve Aktarımı) başlıklı kitap üzerine hazırladığım bir tanıtımı içeriyor. Michelle Perrot’nun önsözüyle başlayan bu eser, feminist arşivcilik, toplumsal cinsiyet ile politik aktivist hafıza kesişiminde önemli bir boşluğu dolduruyor. Kitap, 2016’da Paris’te düzenlenen “Arşivin Toplumsal Cinsiyeti” konulu etkinlikte sunulan bildirilerin gözden geçirilmiş hallerini bir araya getiriyor ve sendikal hareketten feminist örgütlere, komünist partiden entelektüel çevrelere uzanan vaka örnekleri üzerinden arşiv oluşturma ve bellek aktarımı pratiklerini tartışıyor.
İlk bölümde karşımıza çıkan “Kadınlar ve Arşivler”, kadınların arşivlerdeki izlerini inceleyen dört makaleden oluşuyor. İlgili bölümde Éric Lafon, tarihçi Madeleine Rebérioux ile komünist lider Jacques Duclos’nun arşivlerini karşılaştırarak arşivin kadın ve erkek yüzlerini analiz ediyor. Colette Avrane, öğretmen-sendikacı-feminist Berthe Fouchère’in hikâyesini arşivlerdeki sessizlik bağlamında ele alıyor. Alicia Leon Y Barella ve Rossana Vaccaro, Bernadette Cattanéo’nun hafızasının inşasını, son olarak Lucie Guesnier ise Suzanne Arlette’in arşivinde hayranlığın kimlik inşasındaki rolünü tartışıyor.
İkinci bölüm olan “Feministler Cephesinden”, feminist hareketlerin arşiv pratiklerine odaklanan üç makale barındırıyor. Marine Rouch feminist örgütlerin hafızalarını koruma süreçlerini ve karşılaştıkları engelleri analiz ediyor. Julien Pomart, Marguerite Pichon-Landry’nin aile arşivini toplumsal cinsiyet ve aidiyet bağlamında inceliyor. Rouch ayrıca Simone de Beauvoir’a gönderilen okur mektuplarını değerlendirerek bu diyalog arşivinin feminist bilinç oluşumundaki önemini ortaya koyuyor.
Üçüncü ve son bölüm olan “Çiftlerin Hikâyeleri” politik aktivist çiftlerin arşivlerindeki cinsiyet eşitsizliklerini ele alan 4 makaleyi içeriyor. Marie-Geneviève Dezès, aktivistlerin özel yaşamına dair izleri inceliyor. Françoise Blum, Pierre Naville’in arşivindeki kadın figürlerin geri planda kalışını tartışıyor. Isabelle Lassignardie, Annette Vidal’in görünmez emeğini görünür kılıyor. Annette Wieviorka ise, Maurice Thorez ve Jeannette Vermeersch’in arşiv miraslarını karşılaştırarak erkek kayıtlarının ön planda tutulmasını sorguluyor.
Son bölümde ise Julie Verlaine ortak sonuçları paylaşıyor.
Temelinde Genre de l’Archive, politik aktivist mirasın toplumsal cinsiyet boyutunu kavramak ve bu mirasın kadınların görünmez emeği, eşitsiz temsili ve arşivlerdeki konumlarının incelenmesi üzerinden yeniden düşünülmesini sağlamak açısından ufuk açıcı ve derinlemesine bir kaynak olarak önem kazanıyor.
Bu bölümün ikinci kitabı, Hanife Karasu’nun Timaş Yayınları’ndan çıkan Cumhuriyet’in İlk Kadın Avukatı Süreyya Ağaoğlu’nun II. Dünya Savaşı Sonrası Amerika Günlüğü başlıklı eseridir. Kitabın tanıtımı, Marmara Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü eski başkanı Prof. Dr. Tuba Çavdar Karatepe tarafından yapıldı. Hanife Karasu’nun 2024 yılında yayımladığı bu eser, Türkiye’nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu’nun II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’da tuttuğu günlüğü merkeze alıyor. Yazar, Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde yer alan eski harfli Türkçe el yazmasını Latin harflerine aktararak günlüğü tarihsel bağlamıyla birlikte değerlendiriyor. Kitap, Ağaoğlu’nun 1946 yılında Amerika’ya yaptığı yolculuk boyunca gözlemlediği kültürel, toplumsal ve siyasal gelişmeleri kişisel bir dille kayıt altına aldığını ortaya koyuyor.
Günlük, Amerika’daki kadınların konumundan savaş sonrası toplumsal değişimlere kadar pek çok meseleyi gündeme getiriyor. Karasu, bu anlatıyı hem kadın tarihi hem de ben-anlatısı literatürü içinde konumlandırıyor. Süreyya Ağaoğlu’nun bireysel deneyimlerini entelektüel ve feminist bir perspektifle yorumlayan çalışma, yalnızca bir gezi günlüğünü değil, aynı zamanda dönemin kadın aydınının dünyaya bakışını da belgeliyor. Böylece, arşiv malzemesini kamusal bilgiye dönüştürerek kadın tarihine katkı sunuyor.
Üçüncü ve son kitap tanıtım yazısı ise, akademisyen (Gelişim Üniversitesi), Yonca Güneş Yücel tarafından “Geçmişi Geri Almak!”: Feminist Arşivciliği Parantezden Çıkarmak başlığıyla hazırlandı. Yazı, Wake Forest Üniversitesi Z. Smith Reynolds Kütüphanesi’nde Özel Koleksiyonlar ve Arşivler Direktörü Tanya Zanish-Belcher ve arşivci, yazar ve feminist Anke Voss’un derlediği Perspectives on Women’s Archives (Kadın Arşivlerine Dair Yaklaşımlar) adlı eseri ele alıyor.
Bu kitap, kadın arşivleri üzerine kapsamlı bir değerlendirme sunuyor. 20. yüzyılın sonlarında kadın koleksiyonlarını ve arşivlerini bir araya getiriyor. Feminist epistemoloji, eleştirel tarih yazımı ve arşiv kuramını buluşturarak arşivlerin toplumsal bellek ve temsil politikalarındaki rolünü yeniden düşünmeye çağırıyor. Belleğin kimin tarafından üretildiğini sorgulayan ana argüman, 1960’larda yükselen kadın-merkezli tarih ve “benim deneyimim önemlidir” şiarıyla belgelerin toplanmasını politik bir eylem haline getiriyor.
Kadın arşivciliğinin tarihsel gelişimi feminist hareketin ve arşivcilik disiplininin evrimi bağlamında inceleniyor. Editörler kuruluş motivasyonlarını, tarihçilerin ve aktivistlerin rollerini tartışıyor. 1970’lerde canlı işbirliğiyle gelişen kadın arşivleri, son yıllarda profesyonel standartların baskısıyla zayıflıyor. Buna karşı konferanslar ve ortak projeler öneriliyor. Gerda Lerner, Anne Firor Scott ve Carroll Smith-Rosenberg’in kadınların tarihini “ek parantez” değil “bütünsel tarih” olarak konumlandırması öne çıkıyor.
“Geçmişimizi Geri Almak” bölümünde Hinding Guide, Women’s History Sources (1979) ve Black Women in the Middle West girişimleri Afrikalı Amerikalı kadınların belgelerinin korunmasını örneklendiriyor. Sivil haklar hareketine katılan siyah kadınların mektupları, notları ve sendika belgeleri koleksiyonlarda yer alıyor. Böylece kadınların tarihsel anlatıya dahil edilme süreci politik ve epistemolojik boyutlarıyla ele alınıyor.
Susan Tucker aile hikâyeleriyle, Fernanda Perrone tarikat kayıtlarıyla, Mary Caldera LGBTİ+ arşivleriyle temsil sorunlarını tartışıyor. Virginia Corvid’in kadın fanzinleri “katılımcı arşivcilik” kavramını öne çıkarıyor. Joan Scott, Verne Harris ve Michelle Caswell’in “karşı-arşiv” yaklaşımı Sophia Smith Collection, Maryland Üniversitesi Women’s Studies Special Collections, Lesbian Herstory Archives ve Women’s Liberation Movement Oral History Project örnekleriyle birlikte inceleniyor. Schlesinger Library ve NARA’daki girişimler resmi tarih anlatısına feminist müdahaleleri gösteriyor.
Topluluk temelli arşivler gönüllülük ve özerklik ilkelerini vurguluyor. Danelle Moon’un aktardığı gibi gündelik belgeler feminist arşivlerde yer buluyor. Dijital çağda kapsayıcılık, çok dillilik, rıza ve anonimlik ilkeleri kritik hale geliyor. Böylece feminist arşivcilik, yalnızca teknik bir alan değil, toplumsal adalet mücadelesinin parçası ve kimin hatırlanacağına dair politik bir pratik olarak konumlanıyor.
Sonuçta Perspectives on Women’s Archives feminist epistemoloji, feminist tarihyazımı ve arşiv kuramını bir araya getiren çerçevesiyle hem araştırmacılara hem arşiv profesyonellerine hem de aktivistlere rehberlik ediyor. Bununla birlikte, kesin yanıtlar vermek yerine eleştirel ve “yanıtlanmamış” sorular bırakarak tartışmayı açık tutuyor.
Arşivde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi’nin dördüncü sayısını sizlerle paylaşıyoruz. İyi okumalar diliyor, bu sayının farklı alanlardaki çalışmalara katkı sunmasını umuyoruz. Sonraki sayılar için katkı ve önerilerinizi bekliyoruz.
We are pleased to share with you the fourth issue of the Journal of Women and Gender in the Archive (Arşivde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi). This issue is the result of a collective effort shaped by many different experiences. As you read, we hope you too will discover the traces of this shared memory.
In this issue, the articles follow the marks of the past while opening up spaces for thinking about the future. In the Research and Review section, we present a broad range: from theoretical debates on feminist archiving to a forgotten woman writer brought back into view through newly uncovered sources, from critical archival practices to the petitions (arzuhals) of Ottoman women.
In our interviews, we feature the experiences of a researcher tracing the Ottoman women’s movement in primary sources, and explore the visibility of women in the archives of the socialist movement.
The book reviews highlight the gender dimension of socialist activists’ archives, the travel diary of a pioneering lawyer, and global perspectives on feminist archiving.
As you read, we invite you to look not only to the past, but also towards a more equal future illuminated by the archives.
We wish you a good read.
The first article in the Research and Review section is by researcher and writer Esma Vildan Türkan, lecturer at 29 Mayıs University, titled Remembering Melek Erip Erbilen. This article introduces Melek Erip Erbilen (1911–1981) as a writer and translator born in the late Ottoman period, who witnessed the founding of the Republic, and who, despite her works and translations, has been largely forgotten. Unable to attend formal schooling due to illness, Erbilen received private lessons and acquired a broad and versatile cultural background. Fluent in French, English, Italian and Greek, she entered the literary world at a young age, beginning her writing career after winning a competition organised by Mehmet Rauf’s magazine Süs.
Melek Erip Erbilen translated Charlotte Brontë’s Jane Eyre, works by Oscar Wilde, and pieces such as Claude Anet’s The Tragedy of Mayerling into Turkish. She published articles in Ulus, Kadın Gazetesi and Akis; in 1948, she won the Yunus Nadi Prize for her article on Atatürk’s birthplace. Her children’s book Gölpınar Çocukları (Children from Gölpınar), which justify a lasting mark on children’s literature, was also honoured with an award.
She took active roles in the Union of Turkish Women and the Turkish–American Women’s Cultural Association, writing interviews and articles on women’s rights and the international women’s movement. She contributed translations to the İnönü Encyclopaedia and also participated in radio broadcasts.
Key details about the author’s life have been uncovered through the recollections of her daughter, Ayşe Mitchell Erbilen, who lives in Geneva, together with archival research. The article points out that, despite her wide-ranging work, Melek Erip Erbilen remained a long-overlooked figure among the women intellectuals of the early Republican period.
The second article in this section is Feminist Archive of Possibility, written by Marianne Hirsch—William Peterfield Trent Emerita Professor in the Department of English and Comparative Literature at Columbia University and Scholar at the Institute for Research on Women, Gender, and Sexuality—and translated into Turkish by Özge Özbek Akıman. In this piece, the author situates the notion of the feminist archive within the history and practice of feminist theory. She underlines that the archive is not merely a storehouse for documents, but a dynamic space that generates knowledge and opens up ways of thinking about the future. She notes that the archive arises from the need for alternative narratives and counter-memory, offering a critical questioning of what is deemed “worthy of remembrance.” Using the example of the Pembroke Centre Feminist Theory Archive, she explains how digital networks link women’s centres across different countries, creating geographical and cultural diversity, while also emphasising that physical contact with archival material—“breathing in the dust of others”—remains indispensable.
Focusing also on the papers of Naomi Schor, the article traces the evolution of feminist theory from the 1960s to the 1990s. In Hirsch’s course exercise, students study the career of a theorist selected from the archive and come to see that theoretical progress is often the result of collective effort and that its challenges can stretch over many years. The article stresses that the archive is less an act of the past than of the future, and that the materials gathered today will serve the feminist memory of generations to come.
Another part of the article discusses the role of identity politics in the evolution of feminist theory and the critiques directed at the white and privileged character of second-wave feminism. It also highlights collective initiatives in the 1980s, showing both the energy generated by women producing knowledge together and the tensions that emerged in the process. The piece notes that these conflicts, absent from official records, have been made visible through oral history.
In the conclusion, Hirsch defines the feminist archive not merely as a guardian of the past, but as a dynamic space that brings generations together, creates counter-memory, and contributes to feminist theory.
The third article, Arzuhals as a Source for Women’s Historiography and an Example, is by writer and lecturer at Bilgi University, Gülhan Balsoy. The author discusses how arzuhals—petitions used by people in Ottoman society to convey their requests to the authorities—can be a valuable source, particularly for women’s history. Arzuhals contain short narratives that provide clues about individuals’ daily lives and social positions. Given the scarcity of texts written directly by women themselves, these documents open an important doorway to women’s voices. The author notes that arzuhals were most often written by professional petition writers and therefore followed certain patterns and strategies. The petitioner would typically present themselves with terms such as “helpless,” “poor,” or “slave girl,” while addressing the recipient with exaggerated expressions of respect. Balsoy emphasises that while arzuhals on their own may have limitations as first-person narratives, when read alongside other sources they offer valuable insights into the experiences of ordinary people, and especially women. One example, the arzuhal of a woman named Fatma, reveals the struggles and expectations of an abandoned mother. Finally, the article underlines the importance of reading arzuhals critically and with attention to their contexts.
The final article, Critical Feminism in the Archives, is written by Marika Cifor, a faculty member at the University of Washington Information School working in the field of archiving within feminist and queer theory, together with Stacy Wood, an expert in critical archival practice and information policy and Director of Programmes and Research at the UCLA Center for Critical Internet Inquiry. The piece has been translated into Turkish by Öykü Tekten.
In this article, critical feminism is defined as an intersectional political philosophy that seeks to transform heteronormative, capitalist, and racially patriarchal structures. Rather than reducing feminism to a single identity, this perspective views it as a tool of coalition for diverse social realities. The piece underlines that in archiving, it is not enough simply to make women visible; what is needed is a fundamental transformation against structural inequalities. It also stresses the social potential of archives, noting that feminist principles such as intersectionality, critique of power, and the pursuit of justice are vital to the field of archiving.
In this article, feminist archiving positions archives not as neutral repositories but as dynamic spaces that actively shape social memory. Feminist movements create their own “counter-archives,” recording the experiences of women, LGBTQ+ individuals, and other marginalised groups. This, in turn, raises the question of which stories are recorded and which are justify in silence. The approach aims to build a more inclusive collective memory by incorporating the voices excluded from official history.
The article also highlights the importance of emotions and the idea of a “shared network of affective responsibility” within archives. A feminist ethic makes visible the relationships that archivists build with record creators and communities, while challenging the presumption of strict objectivity in archiving. The concept of “affective justice” argues for consciously bringing emotions such as empathy, anger, and love into the pursuit of social justice; the sense of injustice felt in the archives of marginalised communities is seen as prompting archivists to act more fairly. In this way, archiving moves beyond a technical task to become a practice grounded in human relationships, emotions, and ethical responsibility.
In the conclusion, the article stresses intersectional perspective, reflexivity, community-based collaboration, and an ethic of care as practical principles that should guide archival practice. Within this framework, it highlights the importance of archivists questioning power relations, avoiding the reproduction of discriminatory language, and treating sensitive materials with care. Such an approach, it argues, shifts archives from being neutral guardians of the past to playing an active role in the struggle for social justice, aiming to build a more balanced bridge between past and future.
Following these four articles, the Interview section features two interviews published in both Turkish and English.
The first is conducted by academic (Istanbul University Faculty of Political Sciences) and feminist historian Serpil Çakır with Dutch feminist historian Nicole van Os: Tracing Ottoman Women’s History in the Archives – An Interview with Nicole van Os. In this interview, Nicole van Os explains that she has been interested in history and people’s stories since childhood. She notes that while studying Anthropology and Middle Eastern Studies at Nijmegen University, she turned towards gender issues, and that learning Turkish in the course of supporting Turkish migrants deepened her perspective on Ottoman history and led her to begin research on Ottoman women. Her first article and her master’s thesis took shape in this field. She explains that her doctoral research, which she began in 1990, was only completed after a long break for various reasons, and that she focused on the organisations of Ottoman women between 1908 and 1918. She describes these organisations as a kind of counter-public sphere. In her research, she examines not only the individual but also the organised participation of Ottoman women in social life, and notes that in recent years she has expanded the scope of her work to include non-Muslim women and the period from the mid-19th century to the early Republic. In this context, she draws attention to the multicultural character of Ottoman society and highlights the international connections of women’s movements.
Van Os recalls that when she first visited the Ottoman Archives, she encountered the prejudice that “there are no documents about women.” Yet in the catalogues she found a wide range of material, from petitions and prostitution reports to documents debating whether women were dressing appropriately and modestly. She explains, however, that because records relating specifically to women’s organisations were limited, she made extensive use of Ottoman Turkish newspapers and women’s magazines of the period. She notes that these periodicals often functioned as bulletins, documenting the activities of women’s organisations. She also describes discovering important materials in archives such as the Centre for Asia Minor Studies in Athens, the Turkish Red Crescent, and Smith College—for example, letters from Halide Edib to Florence Billings, which she considers particularly valuable.
Finally, Van Os advises young researchers to question the purpose for which archives were created, to preserve personal documents, and to share primary sources. She notes that while digitisation has made research easier today, the abundance of sources can at times feel overwhelming. In this way, Nicole van Os makes an original contribution to the field by bringing to light the stories hidden in the archives of Ottoman women’s history.
The second and final interview is conducted by the journal’s editorial coordinator, Selvi Başak Öztürk, with Sibel Servet Sular, archivist and board member of TÜSTAV (the Foundation for Social History Research in Turkey): Women in the Justify’s Collective Memory: The Archives of the Social History Research Foundation of Turkey (TÜSTAV). In the interview, Sular recounts how she began volunteering at TÜSTAV in 2004 while studying in the Department of Information and Records Management at Marmara University. She describes this institution, intertwined with socialist struggle, as a twofold experience for her—both a professional practice and an intellectual school. After graduation, she worked professionally at TÜSTAV for nearly ten years, during which time she began a master’s degree in sociology in 2013, building on the experience she had gained. She emphasises that she continues to serve as a board member of the Foundation.
Sular explains that TÜSTAV was established in 1992 and, from 1999 onwards, broadened its scope to embrace all justifyist and labour movements. She notes that the Foundation has been a pioneer in digitisation within archiving, making thousands of documents openly accessible. She also points out that, especially since 2015, with the strong involvement of academics, TÜSTAV has evolved into a space for research and debate.
Sular stresses that they attach particular importance to making the history of women’s struggles visible. She explains that while the archives were initially classified on the basis of political and trade union organisations, they now plan to reconsider this framework in the context of personal archives. In addition to the Women’s Movement Library, she notes that the archives of socialist women such as Behice Boran, Ülkü Gürkan-Schneider, Zülal Kılıç, and Gün Benderli Togay have been digitised and made accessible. Through academic collaborations, panels, and conferences, they support women’s labour and struggles, working to bring both individual and collective legacies of women into view. She defines this policy as rereading the existing archive through a gender perspective and collecting new materials with the same awareness.
Sular emphasises that women’s historical representation is still incomplete, noting that while official records provide data on public life, they do not adequately reflect private life. To address this imbalance, she highlights the importance of feminist archiving, oral history, and the donation of personal archives. She adds that the Women’s Library and Information Centre has carried out groundbreaking work in this field, and that she herself worked there for many years as both a volunteer and a professional.
She underlines that TÜSTAV aims to document women’s place in justifyist and labour struggles as founding subjects of history, and stresses that passing this legacy on to the future is a fundamental responsibility for archivists, historians, and academics. She also insists that the reader should not remain a passive observer but become an active subject—engaging with these experiences in a research capacity and carrying them into today’s political and intellectual struggles. Finally, Sular concludes by noting that researchers can access TÜSTAV’s archives via its website and social media, and consult the collections under specific application conditions.
After the interviews, the Book Review section features examinations of three publications.
The first piece in this section is my review of Genre de l’archive: Constitution et transmission des mémoires militantes (2017) (The Gender of the Archive: The Making and Transmission of Activist Memories), edited by Françoise Blum. Opening with a foreword by Michelle Perrot, this volume fills an important gap at the intersection of feminist archiving, gender, and activist memory. The book brings together revised versions of papers presented at the 2016 Paris conference on “The Gender of the Archive,” and explores practices of archiving and memory transmission through case studies ranging from trade union movements and feminist organisations to the communist party and intellectual circles.
The opening section, Women and Archives, consists of four articles examining women’s presence in archives. In this part, Éric Lafon compares the archives of historian Madeleine Rebérioux and communist leader Jacques Duclos to analyse the gendered faces of the archive. Colette Avrane addresses the story of teacher, trade unionist, and feminist Berthe Fouchère in the context of silences within the archives. Alicia Leon Y Barella and Rossana Vaccaro explore the construction of Bernadette Cattanéo’s memory, while Lucie Guesnier discusses the role of admiration in identity formation within Suzanne Arlette’s archive.
The second section, From the Feminist Front, contains three articles focusing on the archival practices of feminist movements. Marine Rouch analyses the processes through which feminist organisations preserve their memories and the obstacles they face. Julien Pomart examines the family archive of Marguerite Pichon-Landry in the context of gender and belonging. Rouch also considers the letters sent to Simone de Beauvoir by her readers, highlighting the significance of this dialogue archive in the formation of feminist consciousness.
The third and final section, Stories of Couples, brings together four articles addressing gender inequalities in the archives of activist couples. Marie-Geneviève Dezès examines traces of activists’ private lives. Françoise Blum discusses the marginalisation of women in the archive of Pierre Naville. Isabelle Lassignardie highlights the invisible labour of Annette Vidal. Annette Wieviorka, meanwhile, compares the archival legacies of Maurice Thorez and Jeannette Vermeersch, questioning the prioritisation of men’s records.
The volume closes with Julie Verlaine, who draws together the common conclusions.
At its core, Genre de l’Archive stands out as a thought-provoking and in-depth resource for understanding the gendered dimension of activist heritage, encouraging a reconsideration of this legacy through the lens of women’s invisible labour, unequal representation, and their position within archives.
The second book in this section is The Post–World War II America Diary of Süreyya Ağaoğlu, the First Woman Lawyer of the Republic, published by Timaş and written by Hanife Karasu. The review is provided by Professor Tuba Çavdar Karatepe, former head of the Department of Information and Records Management at Marmara University.
Published in 2024, Karasu’s work centres on the diary kept by Süreyya Ağaoğlu, Türkiye’s first woman lawyer, during her time in the United States after the Second World War. The author transcribes the Ottoman Turkish manuscript, held at the Women’s Library and Information Centre, into the Latin alphabet and situates it within its historical context. The book shows how Ağaoğlu recorded the cultural, social, and political developments she observed during her journey to America in 1946, writing in a distinctly personal voice.
The diary raises a wide range of issues, from the position of women in America to the social changes of the post-war period. Karasu situates this account within both women’s history and the literature of life writing. Interpreting Süreyya Ağaoğlu’s personal experiences through an intellectual and feminist lens, the study documents not only a travel diary but also the worldview of a woman intellectual of the period. In doing so, it transforms archival material into public knowledge and makes a contribution to women’s history.
The third and final book review is by academic Yonca Güneş Yücel (Gelişim University), titled “Taking Back the Past!”: Moving Feminist Archiving Beyond Parentheses. The piece discusses Perspectives on Women’s Archives, a volume edited by Tanya Zanish-Belcher, Director of Special Collections and Archives at Wake Forest University’s Z. Smith Reynolds Library, and archivist, writer, and feminist Anke Voss.
This book offers a comprehensive assessment of women’s archives, bringing together collections and archival practices that emerged in the late twentieth century. By linking feminist epistemology, critical historiography, and archival theory, it calls for a rethinking of the role of archives in social memory and politics of representation. Its central argument—questioning who produces memory—frames the gathering of documents as a political act, rooted in the rise of women-centred history in the 1960s and the motto “my experience matters.”
The historical development of women’s archiving is examined within the broader evolution of the feminist movement and the discipline of archival studies. The editors discuss the motivations behind the founding of such archives, as well as the roles played by historians and activists. While women’s archives flourished through vibrant collaboration in the 1970s, they have in recent years weakened under the pressure of professional standards. In response, the book proposes conferences and joint projects. It highlights the work of Gerda Lerner, Anne Firor Scott, and Carroll Smith-Rosenberg, who positioned women’s history not as an “added parenthesis” but as an integral part of history.
In the section “Taking Back Our Past”, the Hinding Guide, Women’s History Sources (1979), and the Black Women in the Middle West initiatives are presented as examples of preserving the records of African American women. The collections include letters, notes, and union documents of Black women involved in the civil rights movement. In this way, the process of incorporating women into historical narrative is examined in both its political and epistemological dimensions.
Susan Tucker discusses issues of representation through family histories, Fernanda Perrone through convent records, and Mary Caldera through LGBTQ+ archives. Virginia Corvid’s work on women’s fanzines foregrounds the concept of “participatory archiving.” The “counter-archive” approach of Joan Scott, Verne Harris, and Michelle Caswell is examined alongside examples such as the Sophia Smith Collection, the Women’s Studies Special Collections at the University of Maryland, the Lesbian Herstory Archives, and the Women’s Liberation Movement Oral History Project. Initiatives at the Schlesinger Library and the US National Archives (NARA) demonstrate feminist interventions in official historical narratives.
Community-based archives emphasise the principles of voluntarism and autonomy. As Danelle Moon notes, everyday documents find a place within feminist archives. In the digital age, inclusivity, multilingualism, consent, and anonymity have become critical principles. In this way, feminist archiving is positioned not merely as a technical field, but as part of the struggle for social justice and as a political practice concerned with who will be remembered.
In conclusion, Perspectives on Women’s Archives offers a framework that brings together feminist epistemology, feminist historiography, and archival theory, providing guidance for researchers, archival professionals, and activists alike. At the same time, rather than offering definitive answers, it leaves critical and “unanswered” questions open, keeping the discussion alive.
We are pleased to share with you the fourth issue of the Journal of Women and Gender in the Archive (Arşivde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi). We wish you a good read and hope that this issue will contribute to work across different fields. We also look forward to your contributions and suggestions for future issues.