Arşivde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi’nin Mart sayısında, feminizm ve arşivcilik konularına yeni ufuklar açan yazıları okuma imkânı bulacaksınız. Bu sayıda, yeni kadın tarihi ve arşivcilik, dijitalleştirmenin kadın tarihine katkısı, Halide Edip Adıvar’ın arşivleri, kadın yazarların tarihsel görünürlüğü ve kadınların görsel arşivleri ele alınıyor. İçeriğimizi önceki sayılarda olduğu gibi Araştırma-İnceleme, Röportaj ve Kitap Tanıtımı olmak üzere üç bölüm altında topladık.
Üçüncü sayımızın Araştırma/ İnceleme yazılarından ilki Eva S. Moseley’in “Sources for the ‘New Women’s History’ ” (“Yeni Kadın Tarihi”nin Kaynakları) başlıklı makalesi. Harvard Üniversitesi bünyesindeki Amerika’da Kadın Tarihi Üzerine Schlesinger Kütüphanesi’nde (Schlesinger Library on the History of Women in America) uzun yıllar küratör olarak görev yapan Moseley, belge sağlama, koruma ve erişime açma çalışmaları konusunda öncü bir rol üstlenmiştir. Görevi süresince, özel arşivlerin, kişisel hikâyelerin ve azınlık gruplarına ait belgelerin korunmasının gerekliliğini vurgulamıştır.
Bu makalesinde, arşivcilik mesleğinin kadın tarihi üzerindeki dönüştürücü etkisini ele alarak, kadınların tarihsel belgelerdeki görünürlüğünün artırılmasının önemini güçlü bir dille savunuyor. Yeni kadın tarihi, yalnızca geleneksel tarihin öne çıkardığı kadınların kamusal rollerine değil, aynı zamanda özel yaşamlarına, ilişkilerine ve toplumdaki görünmeyen emeklerine de odaklanır. Moseley, bu anlayışın tarihyazımı ve arşivcilik pratiklerini köklü biçimde dönüştürme potansiyeli taşıdığını vurguluyor. Metin, kadın tarihinin, sadece “ünlü beyaz erkekler” tarihine bir ek değil, tarihsel olayların anlaşılmasında eksik kalan unsurları tamamlayan kritik bir boyut olduğunu ileri sürüyor. Geleneksel tarih yazımında görmezden gelinen kadınların yaşamlarını belgelemek için arşivcilerin, değerlendirme ve sağlama politikalarını yeniden düşünmesi gerektiğini belirten Moseley, bu çabanın yalnızca seçkin kadınları değil, işçi sınıfından ve sıradan kadınları da kapsaması gerektiğini vurguluyor. Özellikle kadınların mektupları, günlükleri, istatistiksel veriler ve sözlü tarih gibi kaynakların, kadın tarihini yeniden inşa etmede vazgeçilmez olduğunu savunuyor. Moseley, arşivcilerin kadın tarihine ilişkin belgeleri sağlama, düzenleme ve görünür kılma sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini belirtirken, araştırmacılarla kurulacak diyaloğun bu süreci nasıl zenginleştirebileceğini de açıklıyor. Geleneksel arşivlerin oluşturulma süreçlerinde izlenen ataerkil yaklaşımları eleştirerek, kadınların özel yaşamlarına dair belgelerin daha geniş bir bağlamda ele alınması gerektiğini savunuyor. Arşivcilerin değerlendirme süreçlerinde kadınların tarihsel önemini anlamaları gerektiğini, çünkü bu anlayışın yalnızca geçmişi değil, gelecekteki tarihyazımını da şekillendireceğini ifade ediyor. Moseley kadınların, tarihin bir parçası olarak kabul edilmesi gerektiğini ve bu kabulün arşivcilik mesleğini daha kapsayıcı ve etkili bir hale getireceğini savunuyor. Sonuç olarak, “Yeni Kadın Tarihi,” kadınların görünmeyen tarihini belgelemek için hem arşivcilik pratiklerini hem de tarihyazımını dönüştürmeye yönelik bir çağrı niteliği taşıyor.
İkinci sırada, Amerikan Arşivcileri Derneği’nin Chicago Illinois’da düzenlenen 75. Yıl Toplantısı’nda Danelle Moon yönetiminde yapılan 27 Ağustos 2011 tarihli oturumdaki konuşmaların derlendiği “Seventy-Five Years of International Women’s Collecting: Legacies, Successes, Obstacles, and New Directions” (Uluslararası Kadın Koleksiyonlarının 75 Yılı: Miraslar, Başarılar, Engeller ve Yeni Yönelimler) başlıklı yazı yer alıyor. Rachel Miller, Anke Voss ve Danelle Moon’un sunumlarını içeren yazıda, kadın tarihi alanındaki önemli arşiv ve müze projelerinin tarihçesi ele alınıyor. New York’taki Kadın Arşivleri Dünya Merkezi (World Center for Women’s Archives-WCWA), Amsterdam’daki Kadın Hareketinin Uluslararası Arşivleri (International Archives for the Women’s Movement-IAV) ve San Francisco’daki Uluslararası Kadın Müzesi (International Museum of Women-IMOW) gibi öncü kuruluşların, kadın tarihinin belgelenmesine ve korunmasına katkıları inceleniyor. Rachel Miller, WCWA ve IAV arasındaki ilişkiye odaklanarak, Rosika Schwimmer ile Rosa Manus’un kişisel ve profesyonel çatışmalarının bu projelerin yönünü nasıl etkilediğini anlatıyor. Schwimmer ve Manus’un önderlik ettiği projelerin, kadın tarihinin uluslararası bağlamda belgelenmesi ve arşivlenmesinde oynadığı önemli rolden bahsediyor. Anke Voss, Sophia Smith Koleksiyonu ve Schlesinger Kütüphanesi gibi Amerikan kadın tarihi arşivlerinin gelişimini, Mary Ritter Beard’ın vizyonuyla ilişkilendirerek bu arşivlerin kadınların seslerini tarihe dahil ederek bir dönüm noktası oluşturduğunu vurguluyor. Son olarak Danelle Moon ise, IMOW’un kadınların tarihsel katkılarını belgelemek amacıyla fiziksel bir müzeden sanal bir platforma dönüşüm sürecini inceliyor. Moon, IMOW’un dijital çağda kadınların küresel sorunlarına odaklanan yenilikçi bir girişim olarak feminist tarih arşivciliğine yeni bir boyut kattığını belirtiyor. Bu üç sunumun yer aldığı yazı, kadınların tarih boyunca karşılaştığı engellerin ötesine geçerek, dijitalleşme aracılığıyla tarihyazımında nasıl kalıcı bir etki yarattığını ortaya koyuyor.
Üçüncü yazı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olan ve 2018’den bu yana Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi’nin (TUDED) editörlüğünü yürüten Dr. Şerif Eskin’in “Halide Edib Arşivlerinden Neler Öğrenebiliriz? -Edebiyat Eleştirisinden Biyografi Yazımına’’ (What Can We Learn from Halide Edib’s Archives? From Literary Criticism to Biography Writing) başlıklı makalesi. Bu çalışma, Halide Edib’in biyografisine, arşiv belgelerine ve edebiyat arşivlerinin genel yapısına dair önemli katkılar sunuyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve İngiltere’deki Reading Üniversitesi’nde yer alan Britanya Basım ve Yayıncılık Arşivi’ndeki (Archive of British Printing and Publishing) belgeler ışığında Halide Edib’in farklı portreleri, yazarın kamusal ve kişisel yönleri inceleniyor. Özellikle Reading’deki Allen & Unwin Yayınevi’ne ait belgeler, Halide Edib’in eserlerini İngilizce yayımlama girişimlerini ve bu süreçte karşılaştığı zorlukları ayrıntılandırıyor. Örneğin, Maske ve Ruh adlı eserinin İngilizce baskısı için yazarın kişisel mali kaynaklarını kullanmak zorunda kalması ve İngiltere’den Türkiye’ye kitap gönderimi sırasında gümrük sorunlarıyla mücadele etmesi, yazarın uluslararası arenada yer alma çabalarının boyutlarını ortaya koyuyor. Yazar, Hamdullah Suphi’nin arşivde yer alan “milletinin en ilahi kuvveti” ithaf notunun, dönemin kamusal söyleminin Halide Edib’i nasıl konumlandırdığını gösterdiğini anlatıyor. Ancak arşivin sınırlı içeriğinin –davetiyeler, birkaç mektup ve yan belgeler- yazıya adanmış bir yaşam için şaşırtıcı olduğunu vurguluyor. İsveç arşivleri ve Reading Üniversitesi belgeleri, yazarın uluslararası alandaki çabalarını ve biyografisine dair eksik noktaları tamamlıyor. Nilüfer Yalçın’a ait mektup gibi nadir belgeler, Halide Edib’in yalnızca yazar kimliğini değil, aynı zamanda eğitimci ve rehber rolünü de aydınlatıyor. Sonuç olarak, Şerif Eskin bu çalışmasında edebiyat arşivlerinin özel bir tür olarak ele alınması gerektiği ve uluslararası modellerden ilham alınarak Türkiye’de bu alanda sistematik bir yaklaşım geliştirilmesini öneriyor. Kadın yazarların tarihsel görünürlüğü bakımından bu tür arşivlerin stratejik bir önem taşıdığı ve Halide Edib örneğiyle bu bilincin geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Bu bölümün son makalesi, bu yıl 35. kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın Görsel Koleksiyonu üzerine. Vakfın kurucularından Füsun Ertuğ’un kaleme aldığı “Görsel Belleğimiz: Kadın Eserleri Kütüphanesi Görsel Koleksiyonu” (Our Visual Memory: Women’s Library Visual Collection) başlıklı yazıda, koleksiyondaki çeşitliliğe değinen yazar, koleksiyonun Türkiye kadın hareketinin sosyal belleği olma özelliğiyle öne çıktığını belirtiyor. Yazar, Görsel Koleksiyon’un, Osmanlı’nın entelektüel kadınlarından 1980’lerin kadın hareketine ve günümüz direnişlerine kadar uzanan süreçte, kadınların toplumsal yaşamdaki görünürlüğünü feminist bir bakış açısıyla belgelediğini ifade ediyor. Koleksiyon derlenirken bağlamın korunmasına özen gösterildiğini vurgulayan yazar, kadınların eğitim hayatına ve kamusal alandaki varlıklarına dair fotoğrafların önemine dikkat çekiyor. Ayrıca fotoğraf arkası ithafların, dönemin sosyal ilişkilerini ve çok dilli yapısını gözler önüne serdiğini belirtiyor. Koleksiyondaki dijitalleştirme çalışmaları sayesinde 8 bin görselin çevrimiçi erişime açıldığını ve sanatçılar, belgeselciler, gazeteciler gibi geniş bir kesimden yoğun ilgi gördüğünü ifade ediyor. Son olarak yazar, koleksiyonun akademik çalışmaların ötesinde sergilere, sanat projelerine ve etkinliklere ilham verdiğini ve toplumsal tarihyazımına katkı sunan benzersiz bir kaynak oluşturduğunu belirtiyor.
Bu dört yazının devamında Röportaj başlığı altında Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yayımladığımız röportajlar yer alıyor. Bu röportajların ilki, “Glasgow Kadın Kütüphanesi: Bir Kütüphane, Arşiv, Sanat Alanı ve Öğrenme Mekânı” (Glasgow Women’s Library: A Library, Archive, Art Space, and Learning Space) başlığını taşıyor. Glasgow Women’s Library’den İskoç sanatçı, feminist ve kütüphanenin kurucu üyesi ve yöneticisi Adele Patrick’le yapılan röportajda, Patrick GWL’nin kadınların tarihine ve eşitlik mücadelelerine adanmış bir kültür kurumu olarak öne çıktığını belirtiyor. 1991 yılında kurulan ve feminist değerler temelinde şekillenen bir yapı olarak kütüphanenin arşiv, müze ve öğrenme alanlarını bir araya getirdiğini ve kadınların kültürel, politik ve sosyal katkılarını görünür kılmayı amaçladığını anlatıyor. Röportajın devamında, GWL koleksiyonlarının erken dönem feminist hareketlerden günümüze uzanan belgeleri içerdiğini, bunların arasında Lezbiyen Arşivi (Lesbian Archive) gibi LGBT+ tarihine dair önemli koleksiyonların, süfrajet hatıralarının, radikal feminist kampanya materyallerinin ve zengin bir fanzin koleksiyonunun yer aldığını aktarıyor. Patrick’in ifadelerine göre, GWL, uluslararası düzeyde tanınan ve eşitlik temelli feminist işbirlikleriyle toplumsal hafızaya katkıda bulunan bir kurum olarak öne çıkıyor. Kütüphane, sanatçılarla işbirliği projeleri, açık arşiv etkinlikleri ve toplumsal erişim programlarıyla yenilikçi çalışmalar yürütüyor. Örneğin, “No Cover Up” projesi, Lesbian Archive’la çalışarak kadın tarihine yeni yorumlar kazandırıyor. Ayrıca, azınlık gruplarına ait materyallerin arşivlere eklenmesi, kadınların tarihine dair kapsayıcı bir hafıza oluşturmayı hedefliyor. Röportajın sonunda GWL’nin Türkiye’deki kadınlarla işbirliğine açık olduğunu belirten Patrick, ayrıca Türkiye’den bağış ve metinler kazandırma çağrısında bulunarak uluslararası bir feminist dayanışma ağı kurmayı amaçladığını belirtiyor. Bu çığır açıcı kurum, kadınların görünürlüğünü artırmayı ve unutulmuş hikâyelerini korumayı sürdürüyor.
İkinci röportaj “EŞİK – Eşitlik için Kadın Platformu ve Arşivleri” (EŞİK – The Women’s Platform for Equality and Its Archives) başlığını taşıyor. EŞİK temsilcisi, feminist sosyolog ve Kuzey Texas Üniversitesi öğretim üyesi Özlem Altıok’la yapılan bu röportajda, Altıok platformun kuruluş hikâyesini, kadın hareketine yönelik şiddete karşı verilen mücadeleyi ve bu süreçte kullanılan dijital arşivleme yöntemlerini aktarıyor. EŞİK, kadınların kazanılmış haklarını savunmak amacıyla 2020 yılında, özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin feshi tartışmaları sırasında kuruldu. Platform, bu mücadelenin hem güncel hem de tarihsel bağlamını kaydetmek için dijital araçları etkin bir şekilde kullanıyor. Altıok, EŞİK’in arşivleme süreçlerine verdiği önemi vurgularken, Zoom gibi platformlarda gerçekleştirilen etkinlik ve toplantıların kayıt altına alındığını ve düzenli yedekleme prosedürleriyle dijital depolama alanlarında korunduğunu dile getiriyor. Kamuya açık toplantılar YouTube’a yüklenerek, toplumsal hareketin görünürlüğü artırılırken, kapalı toplantıların kayıtlarının ise yalnızca tarihsel belge niteliği taşıdıkları için muhafaza edildiğini, ancak veri güvenliğine ve kişisel bilgilerin korunmasına da büyük özen gösterildiğinin altını çiziyor. EŞİK’in sosyal medya içerikleri hem kampanyaların görünürlüğünü artırıyor hem de ileride kullanılabilecek birer dijital kayıt oluşturuyor. Altıok, sosyal medya kampanyalarındaki hashtag kullanımının, kadın hareketinin hikâyesini belgelemede değerli bir araç olduğunu ifade ediyor. Örneğin, “#İstanbulSözleşmesindenVazgeçmiyoruz” gibi etiketlerin hem platformun görünürlüğünü artırdığının hem de hareketin dijital hafızasını güçlendirdiğinin altını çiziyor. Altıok, EŞİK’in dijital arşivleme yaklaşımını, “eşitlik ve özgürlük mücadelesinin belgelenmesi” olarak tanımlıyor. Bu kayıtların gelecekte kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarına ışık tutacağını ve tarihsel süreçlerin anlaşılmasında önemli bir kaynak oluşturacağını vurguluyor. Bu röportajla EŞİK’in, kadın hareketini yalnızca bugüne değil geleceğe de taşımayı hedefleyen, teknolojiye entegre olmuş bir platform olarak örnek teşkil ettiği söylenebilir.
Bu bölümün “Salt Araştırma’da Kadın Arşivleri Eleonora Arhelaou’dan Sabiha Rüştü Bozcalı’ya” (Women’s Archives at Salt Research: From Eleonora Arhelaou to Sabiha Rüştü Bozcalı) başlığını taşıyan son röportajında, Salt Araştırma ve Programlar Yardımcı Direktörü, yazar, tarihçi ve akademisyen Lorans Tanatar Baruh sorularımıza yanıt verdi. Baruh’un paylaştığı bilgiler, Salt Araştırma’nın kadın tarihi ve özel arşivlere yönelik çalışmalarına ışık tutuyor. Salt Araştırma, 19. ve 20. yüzyıl Türkiyesi’nin toplumsal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerini belgeleyen 2 milyondan fazla dijital kaynağa ev sahipliği yapıyor. Baruh, kadınlara ait özel arşivlerin, Salt’ın toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine önemli katkılar sağladığını söylüyor. Arşiv koleksiyonunda Sabiha Rüştü Bozcalı, Eleonora Arhelaou, Tomur Atagök ve Gülsün Karamustafa gibi sanatçıların yanı sıra Prenses Tamara Nakashidze ve Aurora Fabiato gibi farklı geçmişleri olan kadınlara ait belgeler de yer alıyor. Salt, uluslararası işbirlikleriyle dijitalleştirme projelerine öncelik vererek arşivleri daha erişilebilir hale getirmiş. Ayrıca, kadın sanatçılar ve akademisyenlerle yakın ilişkiler kurarak, bu arşivlerin toplumsal bellekte hak ettiği yeri bulmasına katkı sağlıyor. Baruh, sözlü tarih yöntemlerinin yazılı belgelerin eksik olduğu durumlarda kadınların sesini duyurmak için önemli olduğunu vurguluyor. Salt, kadın tarihine dair belgeleri geniş bir perspektiften ele alan bir kuruluş olarak toplum ve emek tarihine yönelik araştırmaları da desteklemiş oluyor.
Kitap Tanıtımı bölümünde üç yayına dair inceleme yer alıyor. Bu bölümün ilk yazısı, Kate Eichhorn’un The Archival Turn in Feminism: Outrage in Order (Arşivcilikte Feminist Dönüm Noktası: Öfkeyi Düzenlemek) başlıklı kitabı üzerine hazırladığım tanıtımı içeriyor. Bu kitap, feminist arşivleme pratiklerinin tarihsel, politik ve kültürel bağlamlarını kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Eichhorn, arşivlerin yalnızca bilgiyi muhafaza etme alanları değil, aynı zamanda feminist direnişin ve politik müdahalenin merkezleri olduğunu savunuyor. Kitap, feminist arşivlerin geçmişi koruma ve bugünü yeniden şekillendirme potansiyelini vurgularken, kültürel üretim, aktivizm ve akademi arasındaki dinamik ilişkilere dikkat çekiyor. Eichhorn, çalışmasında Duke Üniversitesi Sallie Bingham Kadın Tarihi ve Kültürü Merkezi, New York Üniversitesi’ndeki Riot Grrrl Koleksiyonu ve Barnard Zine Kütüphanesi gibi önemli feminist arşivleri inceliyor. Birinci bölümde, feminist arşivlerin tarihine odaklanarak, nostaljinin feminist hareketlerdeki rolünü ve farklı kuşaklar arasındaki bağları inceliyor. Yazar, feminist koleksiyonların geçmişin enerjisini günümüze taşıyarak yeni anlatılar oluşturduğunu savunuyor. Riot Grrrl Koleksiyonu örneğiyle, feminist altkültürlerin entelektüel ve sanatsal bağlamda nasıl yeniden konumlandığını tartışmaya açıyor. Barnard Zine Kütüphanesi ise marjinal seslerin bağımsız yayınlar aracılığıyla görünür kılındığı bir alan olarak öne çıkıyor. Eichhorn, bu kütüphanenin kurucusu Jenna Freedman’ın kataloglama ve arşivleme konusundaki yenilikçi yaklaşımlarına da yer veriyor. Kitapta feminist kütüphanecilerin ve arşivcilerin teorik ve pratik katkılarını ortaya koydukları belirtiliyor. Eichhorn’un, arşivleri yalnızca geçmişi koruyan alanlar olarak değil bugünü ve geleceği şekillendiren aktif mekanizmalar olarak görmesi dikkat çekicidir. Kitap, feminist arşivciliğin marjinalleştirilmiş bilgileri meşrulaştırma, feminist siyaseti yeniden şekillendirme ve soykütüksel müdahaleleri teşvik etme gücünün altını çiziyor. Eichhorn’un analizleri, arşivlerin bireysel ve toplumsal düzeyde dönüştürücü etkisine işaret ederken, arşivcilerin bu süreçteki kilit rollerine dikkat çekiyor. Bu kapsamda, feminist arşivciliğin hem kültürel teori hem de pratik bakımından bir dönüm noktası olduğunu ortaya koyuyor. Kitap, feminist kültürel üretim ve bilgiye dair yeni yollar sunarak, arşivlerin politik ve entelektüel önemini yeniden düşünmemizi sağlıyor.
Bu bölümün ikinci kitabı, akademisyen ve çevirmen, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Mütercim ve Tercümanlık Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Göksenin Abdal’ın tanıtımını yaptığı Contesting Archives: Finding Women in the Sources (Arşivleri Sorgulamak: Kaynaklarda Kadını Bulmak) kitabı. Illinois Üniversitesi Yayınevi tarafından yayımlanan ve Nupur Chaudhuri, Sherry I. Katz ve Mary Elizabeth Perry editörlüğünde derlenen bu kitap, kadın arşivlerinin toplumsal cinsiyet tarihi bakımından taşıdığı değeri, farklı coğrafyalardan örneklerle somutlaştırıyor. Önsözünü Antoinette Burton’ın yazdığı eser, resmi belgelerden kişisel arşivlere, sözlü tarih çalışmalarından uluslararası araştırmalara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Kadınların farklı coğrafyalarda ve dönemlerdeki deneyimlerini belgelemek ve seslerini duyurmak amacıyla hazırlanan bu kitap 12 alt bölümden oluşuyor. Mary Elizabeth Perry, erken modern İspanya’da bir köle kadın olan Fatima’nın sınırlı belgelerle yeniden inşa edilen hikâyesini; Nupur Chaudhuri, İngiltere’de seyahat deneyimlerini yazan ilk Hintli kadın yazarlardan Krishnobhabini Das’ın eserlerini ve ulusal kimlik-feminizm bağlamını ele alıyor. Mansoureh Ettehadieh, İran’ın Kaçar döneminde kadınların toplumsal rollerini ve mülkiyet ilişkilerini arşiv belgeleri üzerinden değerlendiriyor. Kitabın son bölümleri, kadın tarihi arşivlerinin yaratılma süreçlerini inceliyor. Joanne L. Goodwin, Las Vegas’taki Kadınların Sözlü Tarih Projesi üzerinden kadınların ekonomik ve toplumsal rollerine dair yeni perspektifler sunarken, Kathleen Sheldon, Mozambik’te kadınların bağımsızlık mücadelesi ve çalışma yaşamına dair izleri ortaya koyuyor.
Son kitap tanıtım yazısı, Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü’nde kütüphaneci ve arşivci olarak görev yapan Hêlin İlcek’in, Helen M. Buss ve Marlene Kadar’ın derlediği Working in Women’s Archives: Researching Women’s Private Literature And Archival Documents (Kadın Arşivlerinde Çalışmak: Kadın Edebiyatı ve Arşiv Belgeleri Üzerinde Araştırma Yapmak) kitabı üzerine. “Arşivlerin Kadınsızlığı: Kadın Arşivlerinin Temsiline Dair” başlığını taşıyan bu yazıda İlcek, eserin kadınların özel yaşamlarına dair yazılı mirası feminist bir perspektifle incelediğini, arşivlerin yalnızca bilgi depoları değil, aynı zamanda toplumsal değerlerin ve önyargıların yansıdığı alanlar olduğunu vurguladığını belirtiyor. Kadınların susturulmuş seslerini duyurmak ve yazılı eserlerini görünür kılmak, kitabın temel hedefleri arasında. Editörler Helen M. Buss ve Marlene Kadar’ın akademik birikimleri, kitabın ele aldığı konulara ayrı bir değer katıyor. Buss, feminist biyografi yazımındaki katkılarıyla öne çıkarken; Kadar, kadınların yazılı mirasına dair kapsamlı incelemeleriyle tanınıyor. Carole Gerson ise “Arşivlerde Kadın Özneleri Bulmak” başlıklı makalesiyle kadınların yazınsal mirasının sosyal varsayımlar ve erkek egemen yaklaşımlarla nasıl gölgelendiğini sorguluyor. Helen M. Buss’un “Arşivde Kadın Öznesini İnşa Etmek” çalışması, arşiv materyallerinin tarafsız olmadığını vurgularken, araştırmacıların önyargılarını fark etmelerinin etik araştırma için önemine dikkat çekiyor. Mary Rubio’nun “Tozunu Alma” makalesi, ünlü Kanadalı yazar L. M. Montgomery’nin günlüklerini düzenlerken karşılaştığı etik ve pratik zorlukları anlatıyor. Marlene Kadar’ın “Mektuplardan Bir Takımyıldızı” yazısı ise Frida Kahlo’nun Ella Wolfe’a yazdığı mektuplar üzerinden, kadınların tarihsel olarak marjinalleştirildiği bağlamlarda alternatif anlatılar oluşturma çabalarını inceliyor. Sonuç olarak, Working in Women’s Archives, kadınların yazılı mirasını feminist bir perspektifle anlamaya odaklanan önemli bir eser.
8 Mart’ı kutlarken, Arşivde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi’nin üçüncü sayısını sizlerle paylaşıyor, iyi okumalar diliyoruz. Sonraki sayılar için katkı ve önerilerinizi bekliyoruz.